0
Friday 1 November 2013 - 12:26
Ehl-i Beyt (a.s) mezhepine Girenlerin Hikayeleri 2

Mevlevi Müstebsir Cihangir Heşmeti

Story Code : 316446
Mevlevi Müstebsir Cihangir Heşmeti
Mevlevi Müstebsir Cihangir Heşmeti
Araştırma,Hazırlama ve Yayın
Emir'el Müminin Ebu Turab Kültür Merkezi


1353 yılında Nikşehre'ye bağlı Desk köyünde sünni bir ailede dünyaya geldim.Bütün sülalem Ehl-i Sünnet ve Hanefi idiler ben de bu ortamda büyüdüm.
Ortaokulumu, kendi köyümde bulunan, Ağzı Sır ortaokuluna gittim.Liseyi, Şehid Recai de bir yıl okuduktan sonra, fenni bölümlere olan ilgimden dolayı; bu liseden ayrıldım ve fenni bir okul olan, Zahedan Hatem'ul Enbiya'ya yazıldım. Altı ay sonra , buradan elektrik bölümünden mezun oldum ve doğduğum yere geri döndüm.
1376 yılında, ilk defa cemaatin tepliğ programına katıldım,üç gün sonra bu cemaatin etkisiyle diğer bir gruba katıldım, kırk gün sonra İran Şehre geri döndüm.
Orda Hafız Muhammed Şerif adında bir mevleviyle tanıştım,onun sohbetleri; ilmin fazileti,takva ve dini dersler idi ve beni İlmiye Medresesi'ne gitmem için teşvik etti.Bu toplantının da etkisiyle bu ilmiye okuluna gitmeye karar verdim.
1377 eğitim yılının başlamasıyla Hovze İlmiyede hayatımın yeni bir dönemi başlamış oldu.Giriş tahsili için, bizim köyümüze en yakın medrese olan Buhral Ulumu Dehan'da yeni derslere başladım.Haftalar, aylar geçti ve bu eğitim yılı acısıyla tatlısıyla bitmiş oldu ve ikinci dönem başlamış oldu.Bir gün kütüphanede bir kitap gördüm ve onun bazı bölümleri benim meraklanmama neden oldu.
O anı hiç unutamıyorum .Benim dikkatimi çeken kitab’’ Şeyh Saduk'a ait olan bir '' من لایحضره الفقیه(Men La Yehzer'ul Fakih)''kitapdı,yazarından anladım ki o şiadır.

Önce fihristine genel bir baktım,kitabın birkaç bölümündeki hadisleri mutalaa ettiğimde,abdest konusu benim dikkatimi çekti. Şia imamları diyorlar ki:''Allahın Rasul'u ayakları yıkamak yerine onu mesh etti. Kitabı kapattım ve Kuran'a yöneldim,dikkatli bir şekilde abdest ayetini okudum,şaşkınlık ve hayranlık içinde kaldım.Gördüm ki, hiçbir bir rivayete sahip olmasak bile, eğer yalnızca Kuran üzerinden değerlendirme yapsak, yine de bizim için herşey açıktır. Tıpkı Kuran'ın dediği gibi, ayaklarımızı yıkamak yerine meshedebiliriz.

Burası benim için önemli bir şüphenin başlamasına neden oldu,yine şaşkınlıkla şiadaki abdest alma şeklinin böyle olduğunu gördüm. Rasul'ün abdesti şiaların abdesti gibi midir yoksa sünnilerinki gibi midir?
Hocamı aramaya mecbur kaldım.-''Afedersiniz hocam!Kuran, abdest için:’ و امسحوا برؤوسکم و ارجلکم الی الکعبین.Bu ayete göre ayaklarımızın mesh etmemiş söyleniyor,yıkamamız değil.''
Dedi ki:''Hangi delile dayanarak böyle konuşuyorsun?''
Ben: ''ارجلکم عطف به رؤوسکم ''a dayanarak.Allah burada siz müslümanlar başınızı ve ayağınızı belirli yere kadar mesh edin diyor.''
Hocam sade bir bakışla bana baktı ve şöyle söyledi:''Evet ayetin zahir manasına bakıldığında aynı şekilde tercüme ediliyor ama dikkat edilirse bu böyle yorumlanamamaktadır buna ilaveten siz ders dışındaki kitapları okumamalısınız.Sizin eğitiminiz henüz bu düzeyde değil.Sonunda yolunuzu da kaybedebilirsiniz.''
Sonunda hocam doğru dürüst benim soruma cevap veremedi ve ders dışındaki olan kitapları incelememi yasakladı.
Ancak bu soru ve şüphe benim aklımı meşgul ediyordu .Daha sonra hocam Abdul Hamid Kedhodayi'den Ehl-i Sünnet mezhepleri içinde hangisinin Rasul'ün sünnetine yakın olduğunu sordum.
Biraz düşündükten sonra, Ahmet Bin Hanbel’in mezhebinin yakın olduğunu söyledi.Ben de, eğer Hanbeli Mezhebi Rasul'e yakınsa siz neden Hanbeli değilsiniz?Her zamanki gibi hocam hiçbir şey demedi ve sükut etti.

Günler geçiyordu ve ben sorularıma cevap bulamıyordum.Bir gün Ehl-i Sünnet kitaplarını okuyordum, Peygamber'in amcasının oğlu Abdullah Bin Abbas büyük sahabe, abdestten birkaç rivayet aktarıyor ve bu da şiaların abdestiyle uyumlu idi ve bu rivayetlerde ayağın mesh edilmesi söyleniyor yıkanması değil.Bir başka rivayette açıklıkla; bu rivayete dayanarak (1)الوضوء غسلتان و مسحتان müslümanlar ayaklarını yıkamak yerine mesh etmeleri gerekiyor,ya da tıpkı Buhari'nin rivayetine göre; ‘sahabeler ayaklarını mesh etmekle meşgul idiler ve Peygamber onlara ulaştı' ve bununla ویل للاعقاب من النار(2)birlikte Buhari'de sahabelerin ayaklarını mesh ettiklerini rivayet ettiler.

Bir gün hocam Ekber Kedhodayi başıma gelecek tehlikeyi bana bildirdi ve şöyle dedi: ''Ben bu mollaları tanıyorum, ahkam hakkında sorduğun bu sorulardan dolayı sana bir kulp takacaklar.''
Öyle de oldu,sünnilerin oturduğu yerde bir kişi hocanın söylemiş olduğu bir konuşma hakkında delil istiyor, mesela hangi delille Ebu Hanife ya Şafi bu fetvayı vermişlerdir,çabucak cevap veriyor kesinlikle siz selefi olmuşsunuz ki fetvanın delili hakkında soru soruyorsunuz ,öyleyse neden Selefi?Çünkü en çok selefiler fetva hakkında soru sorarlar.Hanefiler kendilerini Ebu Hanife'nin taklitçisi olarak bilirler ve diyorlar ki; bir kimse taklit eden olsa deliller hakkında soru sormamalıdır,bundan dolayı bir müddet geçtikten sonra benim selefi olduğumu söylediler.
Hatırlıyorum bir gün sınıf arkadaşlarımdan olan İlyas Mölezahi adındaki kişi bir mollaya şöyle söyledi:’ هُمْ رجالٌ و نحن رجالٌهُمْ رجالٌ و نحن رجالٌ.
Ebu Hanife, erkektir biz de erkeğiz. O,müctehiddir ve fetva veriyor biz de okuyoruz ki müctehid olalım ve fetva verelim,o molla sinirli bir şekilde ‘sen kendini Ebu Hanifeyle bir mi tutmaya çalışıyorsun ,içtihat dönemi bitti artık kimse müctehid olamaz 'dedi.
Mollalardan ne kadar soru sorsamda şucu bucu araştırması daha çok oluyordu .Örneğin ‘neden bu kadar Ebu Hanife'ye kudsiyet veriyorsunuz?Sanki Allah da Peygamber de bütün ilimleri ona vermiş!Normal bir insandır ders okumuştur ve belli bir yere ulaşmıştır.
Nasıl olur da ondan sonra kimse onun mertebesine ulaşamaz?O ne yapmıştır ki bu dereceye ulaşmıştır?O İbn-i Haldun'un söylediğine göre; onyedi rivayetten başka bir şey kabul etmemesine rağmen rey ehlinden idi,bundan dolayı geri kalan ahkamını kıyas yoluyla ele geçiriyordu .Öyleyse neden bu kadar mukaddes tutuluyordu ve İmam Cafer (a.s) onun hocası olmasına rağmen neden öne alınıyordu?

Bu süre içinde Ebu Hanife'nin kaynaksız verdiği kıyas yoluyla bulunmuş bazı fetvalarından dolayı, Ebu Hanife'ye karşı iyi bir his oluşmadı bende.
Dehan ilmiyesinde yapmış olduğum altı yıllık tahsilden sonra Seravan’ın Darul Ulum İlmiyesi Medresesi'ne gittim.Buradaki amacım hem tahsilimi sonlandırmak hem de sorularımı oradaki hocalara sormak.
Aklıma Saravan'da takılan soruları, Mevlevilerden sormaya mecbur idim.(Bu gibi soruların sorulması benim için başımı derde sokacak şeyler de olsa)Ehl-i Sünnet mezhebinin ihtilaf ettiği bir konuda;teravih namazının rekatları hakkındaydı.Neden bazı mezhepler onu yirmi rekat biliyorlar ve başkaları da onu onbir rekat olarak biliyorlar?Elbette geçmişte olan sorulara olan cevaplarla şimdikilere olan cevaplar da eksikti.

Darul Ulum Zekiyan'daki tahsilimin ilk yılı sonlanmıştı.Yeni yıl için kayıt yaptırmaya gittiğimde ,okulun müdürü yerlerinin olmadığını söyledi.Okulumuzun kapasitesi dolmuştur!Aslında kayıt yapmamak için bahane getiriyordu.Daha sonra da Mevlevilerden olan Muhammed Emin ismindeki kişi benim yolumu kaybettiğimi söyledi,çok soru soruyorsun ve delil istiyorsun,kesinlikle başka birşeyi taklit ediyorsun! Aslında ben hiçbir zaman taklit önderlerinden başka kimseyi tanımıyordum ve yollarından da haberim yoktu.Burada hocamın bana söylediği uyarı aklıma geldi,bir gün gelecek sana kulp takacaklar.
Medrese Zekiyan’dan uzaklaştırıldığım yıl, tahsilimin giriş kısmını tamamlamıştım ve hadis dönemini de tamamlamam gerekiyordu.Araştırmalardan öğrendiğim kadarıyla, hadis kısmını İmam Buhari Hadis mederesesinde tamamlamalıydım.Adından da anlaşıldığı kadarıyla hadis kısmına önem veriyorlardı .Bu medrese Ehl-i Sünnet'e ve selefilere bağlıydı.Ancak Hanefilerin ders metinleri öğretiliyordu.
Bu medresenin müdürü olan Şeyh Ali Dehvari Medine'den mezundu.Bu medresenin Hanefi medreselerine oranla üç tane özelliği vardı:
1-Bu medrese, daha özgür ve daha ilmi idi.Hadislerin zayıflığı ve sıhhati hakkındada tartışmalar yapılıyordu.
2-Orada ders veren hocalar diğer medreselerin hocalarına göre hadis açısından daha kuvvetli idiler.Hadis kitaplarına öğrenciler ulaşabiliyorlardı.
3-Hiçbir mezhebe özel bir taassup taşımıyorlardı.Her konuda Kurani ve sünneti delilleri araştırıyorlar ve hangisi daha sahihse onu kabul ediyorlardı.
Ben de bu özgür ortamı ganimet bildim ,hiçbir şekilde rahatsızlık görmeden ve isim takılmadan mezhepler arasındaki farkları mutalaa ettim.
Bir gece medresenin kitaplığında sorularımın cevaplarını arıyorken Ayetullah Mekarim'in tefsiri elime geçti,yedinci ciltte Maide Suresi'nin tefsiri vardı .Abdest ayetini,tercümesini ve tefsirini inceledim,o gece talebeliğimin ikinci yılından itibaren abdest konusundaki sorumun cevabıma ulaştım ve gördüm ki, şia mezhebi Kuranla ve sünnetle uyumludur ve Ehl-i Sünnet'in çok çelişkili olan görüşleri değil.
Zihnimi meşgul eden diğer bir konuda; Muaviye ve Sıffin Savaşı hakkında Ehl-i Sünnet'in görüşü.Benim için her iki tarafta birbirlerini öldürdüler ve her iki tarafta Ehl-i Sünnet'in saygısına mazhar oluyor.İnanılacak gibi değil. Muaviye Rasul'un halifesiyle savaşıyor ve hiçbir şekilde bir günaha da maruz kalmıyor,belki Allah tarafından bir sevap da almış olabilir.Ancak Rasul'un halifesiyle savaş demek;Allahla savaş demektir ve İslam dışıdır.
Ancak Ehl-i Sünnet'in bu soruya verdiği cevap, bu konuyu şöyle açıklıyor: ''Eğer bir müctehid şer’i bir hükmün yapılması için çalışırsa, Kuran-ı ve sünneti gördükten sonra,ondan tam bir sonuç çıkarırsa ve fetva verirse ve sonuçta o hüküm İslamla uyuşursa; Allah bu müçtehide iki sevap vermekte ,birincisi sahih bir hükmü oluşturduğu ,ikincisi de onun için yapmış olduğu zahmetler için.Ancak vermiş olduğu o fetva, İslam hükmüyle ters düşerse çekmiş olduğu zahmetler için bir sevap almış olur.
Ancak Ehl-i Sünnet, bu hükmü yanlış olan davranış ve amelleri, bazı sahabelere de uyguladı. Örneğin, Malik Bin Nubere’nin katli ve eşine Halid Bin Velid tarafından yapılan tecavüzü ,Muğire Bin Şube zinasını Sıffin ve Cemel Savaşı içinde açıklıyorlar,bunların hepsinin ictihat hataları olduğunu söylüyorlar; onlar günah değil hatta yanlışları için sevap dahi alabiliyorlar,ancak bu sözler beni kani etmedi,kendi kendime aslında savaşta olan ictihadın manası nedir diye sordum,ictihadın sahabeye de uygulanabildiğini kabul etsek bile, acaba Muaviye savaşın olmaması için çabaladı mı?Acaba bilmiyormuydu ki; Osman’ın katlinde Hz.Ali'nin bir suçu yoktu. Acaba gerçekten katili arıyorsa neden Hz.Ali ile sohbet etmedi?Acaba bir yıl Rasul'un halifesiyle savaşmalı mıydı?Müslümanlardan ve sahabelerden binlerce kişi, Ammar ve Haşim Elmergal ve Ebu El Hesimi yere döküyordu ve daha sonra anladı ki Ali (a.s) Osman'ı katl etmemiş.Acaba gülünç değil mi?Farz edelim ki; bir kişi öldürülmüş olsun, onların akrabalarından bir kişi sokağa gelsin ve araştırmadan katiller hakkında herkesi dayaklamak istesin, dayaktan sonra dese ki acaba seninde mi benim ailemi öldürmekte rolün var?
Yanlışını bulduktan sonra : ''Afedersiniz ben ictihat yaptım.''Dedim ki ,belki de ailemin katillerinden biri de sizsiniz!Allah yanlış yapan müctehide günah yazmaz ayrıca sevap da yazar.''
Bu görüş, hangi aklı selimle uyuşmaktadır?Acaba bu hadisler ve rivayetlerle oyun oynamak değil midir?Neden cinayetleri sahabelerin günahlarını örtmek için kullanıyorsunuz?Zina,adam öldürmek,savaş ve kan dökmek bunlar büyük günahlardır ve onları yapan kişiler Kuran'a göre cehenneme girmektedir,zina edenlere tenbih verilmek yerine ictihat yapıldığını söylüyorlar ve sevap da veriyorlar. Acaba şimdi Ehl-i Sünnet müctehitleri zinaya ve katle sebep olmaları açısından, müctehit olma bahanesini getirebilirler mi?
Sorularımın çokluğu hocam olan Şeyh Ali Dehvari'nin yanına gitmeme ve onları sormama vesile oldu.
_Hocam size bir sorum olacak.
_Buyrun.
_Neden Sıffin Savaş'ında Muaviye ve Ali (a.s) savaştılar? Hocam şöyle söyledi:''Muaviye'nin şer-i olarak, Ali (a.s) ile savaşmasında bir ictihat vardı. Ali (a.s)'da müctehid idi,bundan dolayı şer’i vazifesi Muaviyeyle savaşmaktı,her ikisi de vazife görevini his ettiler .Ancak Ali (a.s) Peygamber'in halifesi idi ve hak O'nda idi, ama Muaviye içinde bu olay küçük bir şey olmamalıydı ve o kendi teşhisinde yanıldı ve hata işledi.''
Kendi kendime dedim ki; bu iki savaş arasında ölen yüzbinlerce Müslümanın durumu ne olacak?Onların kanı hangi müctehidin sırtına yüklenecek?Muaviye yanlış yaptı ve bu kanların cevabını veremez.
Hocamdan şöyle sordum:Allah Kuran'da şöyle buyurmamış mıydı: اطیعوا الله و اطیعوا الرسول و اولی الامر منکم.
Öncelik kimindi ? Ali ve Muaviye arasında hangisine biat edilmeliydi?Sen kendin git ve araştır ve araştırma yapmanın ne demek olduğunu öğrenirsin ve bir yere ulaşırsın!

Bir gün hocalarımdan birinin huzurunda dedim ki:''Yezid'e lanet olsun. Bu sırada o öfkelendi ve yüzü kıpkırmızı oldu.Yezid'e lanet okumak caiz değidir. Senin Yezid'e lanet okumaya hakkın yok.Bu sözleri duyunca tahammülüm kalmadı.Nasıl oluyor da içkici, köpeklerle oyun oynayan ve Muhammed (s.a.a)'in ciğerinin katilini savunursun?Bundan dolayı onu şiddetle azarladım,konuşmamız bayağı ilerledi ve hocalardan birisi şaşırarak konuya girdi ve o kişiyi ve Yezid'i savundu.Artık sabrım taşmıştı,öfkeyle medreseden çıktım ve artık Ehl-i Beyt'in düşmanı olan medreseye hatta göğsüme bıçak saplasalar bile dönmemeye karar verdim.Birkaç günlüğüne köyüme döndüm ancak tahsilimin son yılıydı.Birkaç aydan daha fazla kalmamıştı ki, tahsilim bitsin,hocalarımdan birinin ısrarıyla tekrar selefilerin medresesine geri döndüm,derslerimi sona erdirdim ve mezun oldum.

Bir müddet sonra, köy halkının ısrarı üzerine köy şurası seçimlerine katıldım.Büyük bir oyla şuranın reisliğine seçildim.1386 Muharrem ayında bir yardım kuruluşu zarar görmüştü ve yerleri yeniden yapılandırmaya gelmişlerdi.Benden Hüseyin İbn-i Ali (a.s)'ın matemi için, benim de imam olduğum İmam Ali mescidine gelip izin aldılar.Benim vücudumda, Ehl-i Beyt için dalgalanıyordu ve Peygamber (s.a.a) ailesininin düşmanlarını, özellikle de Yezid'i en ufak bir şekilde korumaya dahi tahammülüm yoktu hatta bütün hayatımı Hüseyin (a.s) ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'i için feda etmeye hazırdım.İsteyerek mescidin anahtarını onlara verdim.Asil Beluçiler'in misafirleri ağırlamaları gibi,İmam Hüseyin'in (a.s) mateminde, onlara ikramda bulunsunlar diye mescidin gençlerine emir verdim.İlk defa, Desk köyünde verilen merasimde; Hüseyin(a.s) matemi yapıldı .Her zamanki gibi mollaların ve Mevlevilerin sesleri ortalığı ayağa kaldırdı. Daha önce yakın olduğum köyümüzdeki Mevlevilerden bir tanesi tepki verenlerin ilki oldu,benimle temasa geçti ve ''Cihangir Mevlevi,neden mescidi Hüseyniye'ye çevirdiniz ?Şimdi git ve onları engelle.''dedi.

_Ben onları engellemek için gitmeyeceğim eğer senin cesaretin varsa sen kendin git ve bu işi yap,onlar dans etmediler ki siz rahatsız olasınız ,Peygamber'in torunu için matem tutuyorlar.
Bu olaydan sonra bir müddet geçti,bir gece rüyamda nur yüzlü bir kişi yeşil elbiselerle namaz kılıyordu ancak Ehl-i Sünnet'in tam tersi elleri açık bir şekilde namaz kılıyordu ,ona şöyle söyledim:''Bey namaz sizin kıldığınız gibi değildir,ellerinizi bağlamalısınız.''O da :''Sen de inşallah böyle namaz kılacaksın'' dedi.
Ancak o zamanlar bu rüyanın manasını anlamamıştım, zaman geçtikçe,onun sadık olduğunu yakinen gördüm.
Ehl-i Beyt hakkında, 1389'da yaptığım araştırmalarda benim için bütün hakikatler belli olmuştu,o yılın Muharrem ayında şia olmaya karar verdim.Ondan önce benim şia mezhebine olan yönelişimi biliyorlardı ancak onun reddi ya teyidi konusunda ihtiyatlı davranıyor ve sükut ediyordum.Ancak şimdi inancımı açıklamamın zamanı gelmişti ve İmam Hüseyin’in (a.s) Muharrem'i bu iş için en iyi zamandı.
Yeni mezhebimi açıkladıktan sonra, Ehl-i Sünnet'ten olan kız ve erkek kardeşlerimi Hüseyin (a.s) için matem tutmaya davet ettim ve onları Hüseyin (a.s) için nezir vermeye teşvik ettim.
Tasua gecesinde sadık bir rüyanın olması ve hemen ertesi günü de tabir olması, benim kalbimi yaptığım işler için ısındırdı.Rüyamda Muhammed adındaki müstebsiri gördüm, bir arabanın şöförü bazı cesetleri yüklüyor, hem de çok yara almış cesetleri yüklüyordu. Birinin başı yok,diğerinin eli kesilmiş ve diğerinin ayağı,bunlar kimler idi ve ne olmuştu böyle? Bunların, Hüseyin (a.s)'ın yardımcıları olduğunu ve şehit olduklarını söyledi.
Tasuaya rastlayan sabah, telekominikasyon defterine matem merasimine katılmak için gittim. Sabahın onbir buçuğunda dostlarımdan biri, beni aradı ve sesi titriyordu ,birkaç dakika önce bir canlı bomba kendisini matem merasiminin içinde patlattı ve birçok kadın, erkek,çoluk-çocuk can verdi,rüyamın üzerinden birkaç saat geçmemişti ki; gerçek oldu,onlar Hüseyin’in (a.s) yardımcıları garip kimselerdi,o zamanda Yezitler, tekrar dirilmişlerdi ,emindim ki bu şehitlerin isimleri Hüseyin'in (a.s) yardımcıları olarak kayıtlara geçmişti.
Şia olduktan sonra,iki genç konuşmak için evime geldiler, başlangıçta onlara:''Kardeşler,cedel-bahs peşindeyseniz yanılıyorsunuz. Ben kargaşa ehli değilim,ancak gerçekten sorunuz varsa sevinirim ve onlara cevap verebilirim '' dedim.
Onların soruları, İmam Hüseyin (a.s)'ın şehadeti ve İmam Emir'el Müminin Ali (a.s)'ın imameti hakkındaydı.
Onlara: "İmam Hüseyin (a.s)'ı tanıyor musunuz?Tıpkı sünni ve şia rivayetine göre ,İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) cennet ehlinin başkanları değiller mi?''diye sordum.
Dediler ki: ''Evet.''
Devam ettim:''Biliyor musunuz "İmam Hüseyin (a.s)'ın KATİLİ kimdir? ''-Yezittir- dediler. ''Yezid'i kimin Müslümanlara hükmetmesi için seçtiğini'' sordum. ''Babası Muaviye '' dediler. Öyleyse; Muaviye’nin İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesinde rolü vardır.O, oğlunun kirli bir mevcudat olduğunu biliyordu ve İslam’ın rehberiliğini yapmaya layık değildi.
İmam Ali (a.s)'nin şia ve sünni rivayetlerine göre; İslam’ın kapısı olup olmadığını ve bir kimse bir şehre girmek isterse nereden girmelidir diye sordum.Onlar -tabi ki kapıdandır- dediler.Eğer bir kimse duvardan ya da başka bir yerden girmek isterse bunun hükmünün ne olduğunu sordum?Bu kişinin ya deli ya da hırsız olacağını söylediler.
Devam ettim. Ali (a.s)'nin hilafetini gasp etmek de böyle bir şeydir.
Müslümanlar Peygamber'in kapısını boş verdiler yolsuz bir şekilde ilim şehrine vardılar.Ali (a.s) ve Hüseyin (a.s)'ı boş verdiler ve içkici ve maymun oyuncusu Yezid'e yapıştılar,eğer Peygamber (s.a.a) Hz Ali (a.s)'yi ilmin kapısı olarak tanıttıysa kendi dini bilgilerimizi Ali (a.s)'den ve O'nun evlatlarından almalıyız başkalarından değil.Gerçekte yalnızca şia mezhebi Peygamber'in Ehl-i Beyt yolunu yürüyorlar ve Peygamber'in buyruklarıyla amel ediyorlar. Bu şeylerden dolayı ben şia olamayı seçtim.
O gün, gönlü temiz tabiatlı iki kişi bu konuşmalardan sonra ,benim konuşmalarımı tasdik ettiler ve Ehl-i Beyt'in nuraniliğiyle müşerref oldular.
{الحمدلله الذی هدانا لهذا و ما کنا لنهتدی لولا ان هدانا الله}
و الحمدلله رب العالمین

[1]. وأخرج عبدالرزاق وإبنجریر عنإبنعباس قال الوضوء غسلتانومسحتان، السیوطی، تفسیر الدر المنثور، ج ۲، ص ۲۶۲
[۲]. صحیح بخاری باب من رفع صوته بالعلم ، ج ۱، ص ۶۱، چاپ دار طوق النجاة.


(Öneri ve eleştirileriniz bizim ilerlememizi sağlayacak ve bizim çalışmalarımızı taassuptan uzaklaştırarak hakikate ulaştıracaktır.)
Ebu Turab Emir'el Müminin Kültür Merkezi
Kum-Posta Kodu 169/37165
Mail: Abutorab@mail.ru
www.Bootorab.org
www.Estebsar.com
Mesaj:0098300088304
Source : Islamtimes
Comment