0
Thursday 21 November 2013 - 14:29
Türkçe

İMAM ALİ (A.S)'IN İMAM HUMEYNİ (R.A)'IN MÜCADELESİNDEKİ ROLÜ

Story Code : 323202
İMAM ALİ (A.S)
İMAM ALİ (A.S)'IN İMAM HUMEYNİ (R.A)'IN MÜCADELESİNDEKİ ROLÜ
Emir’ül- Mü'minin Ali b. Ebî Talib (a.s.) âlemleri içinde barındıran rabbani bir imamdır. Âlemi izah etmek, anlamak benim haddim değil. Bu nedenle O'nu, Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın birkaç ayetiyle ve Resulullah (s.a.a)’ın ağzından anlatmaya çalışacağım, inşaallah!

• Kur’an-ı Kerim’deki Mübahale Ayeti:
Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle – çekişip-tartışmalara girişirlerse- deki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım”. (Al-i İmrân, 3;61)
Ayet-i Kerimedeki nefsimizden kasıt, Resulullah’ın (s.a.a.) nefsi olan, Hz. Ali (a.s.)’dır. Hz. Ali (a.s. O’nun yansıması, O’nun gölgesidir.
Melekler, kanatlarını âlemlere rahmet olarak gönderilen Ebu’l-Kasım Muhammed Mustafa’nın (s.a.a.) ayakları altına sererken, bu tevazuyu aynen Hz. Ali (a.s.) içinde gösteriyorlardı.
• Başka bir Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk mealen şöyle buyuruyor;
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; Resul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde ihtilafa, anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Resulüne götürüp-döndürün. Şayet Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, (hem daha) hayırlı ve (hem de) sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa 4;59)
“Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde onu yaygınlaştırıverirler. Oysa buna Resul'e ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan sonuç çıkaranlar, onu bilirlerdi. Allah’ın üzerindeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç her halde şeytana uymuştunuz. ( Nisa 4;83)
Ayet-i Kerimedeki itaat, mutlak bir itaattir ve (sizden olan emir sahiplerine de (ayeti kerimedeki emir),İmam Ali (a.s.)’dır. Yoksa her dönemin zalimleri, zina zadeleri, kralları, padişahları, sultanları, cumhurbaşkanları ve başbakanları değildir.
• “Biz” elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde, şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve Resul de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah tövbeleri kabul eder, çok merhametli bulacaklardı. (Nisa 4;64)
Bu bağışlama, İmam Ali (a.s.) için de söz konusudur, çünkü o da masumdu.
• Şu Ayet-i Kerime, O'nun ve Ehl-i Beyt (a.s.)’nin masumiyetine delildir.
…Ey Ehl-i Beyt, şüphesiz Allah, sizden kiri (günahı ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab 33;33)
Onlar, Allah’ın tekvini iradesiyle tertemiz kılınmışlardır.
• Şu Ayet-i Kerimeyi de dikkatinize sunmak isterim:
“Şüphesiz, Allah ve melekleri Nebi’ye salât ederler; ey iman edenler, siz de O'na salât ve tam bir teslimiyetle O'na selam verin. ( Ahzab 33;56)
Sizler, namazlarınızda ve dualarınızda Resulü’ne ve O'nun Ehl-i Beyt’ine salât edersiniz, değil mi?
Ey müminler! Sizlere soruyorum;
Allah’ın Resulü Ahmet (s.a.a.) aramızdan ayrıldıktan sonra o günden bu güne dek, eğer ümmet Al-i İmran 3;61, Nisa 4;59, 83 – 84, Ahzab 33;33 ve 56 ayetlerine iman edip onlarla amel etseydi bunca ihtilaf, kan ve gözyaşı olur muydu?
• Ali (a.s.)’dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu:
“Ben hikmet eviyim ve Ali bu evin kapısıdır.”
Başka bir hadiste ise;
“Ben ilmin şehriyim, Ali bu şehrin kapısıdır. İlim öğrenmek isteyen o kapıdan girsin.”
• İbn-i Ömer’den rivayet edilmiştir: dedi ki; Resulullah (s.a.a.), ashabı arasında kardeşlik kurmuştu ki Ali, gözleri yaşlı olarak geldi ve “Ya Resulullah” dedi. “Ashab’ın arasında kardeşlik kurdun, fakat beni hiç kimse ile kardeş etmedin.” (1. S. Tirmizi, Menkıbe Babları, H. 3969 )
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) O'na şöyle buyurdu:
“Sen benim dünya ve ahirette kardeşimsin!...” (2 S. Tirmizi, Menkabe Babları, H. 3966)
Ey müminler! İmam Ali (a.s.)’ın ilmi, Resulullah’ın ilmiydi. Ancak ilim, hikmet öğrenmek isteyenler başkalarına değil, Ali (a.s.)'a işaret ediliyor.
Bu kardeşlik; imamet kardeşliğidir. Çünkü her ikisi de Allah Tebareke ve Teala tarafından gönderilmiş birer imamlardı.
Allah Resulünün mesajlarını rivayet eden ravilerin tespitlerine göre; Allah Azze ve Celle’nin ilk yarattığı resul olan Ahmet (s.a.a.)’in nurudur.
Hz. Ali (a.s.) ise, o nurdandır. Şu halde ikisi de aynı nurdur.
Her ikisi de Allah’ın Tebareke ve Teala’nın gölgesi ya da aynadaki tecellisidir. Gölge ve aynadaki tecelli bizzat kendi başına hareket etmeye sahip değildir. Gölgenin sahibi veya tecelligâh ne yaparsa, gölge veya aynadaki tecelli onun aynsısını yapar.
Öyle ise, onların her ikisi de bizzat kendi başına veya nefislerinin arzularına göre hareket etmezler. Her neye sahip iseler, hepsi Allah Tebareke ve Teala’dandır.
Muhammed (s.a.a.) ve İmam Ali (a.s.), gerek ruhlar âleminde, gerek maddi dünyada ve gerekse Ahiret âleminde birbirlerinden ayrılmayan ve Allah tarafından seçilmiş bir bütündürler.
İmam (r.a.)’e göre İmam Ali (a.s.) Muhammed Mustafa (s.a.a.)’den sonra bütün beşeriyetin en büyüğü, en kerimi, en alimi, en cesaretlisi, en cömerdi, en faziletlisi, en takvalısı, en ihlaslısı, en zahidi, en abidi, en kamil insanı, en adaletlisi, en hür düşünen, en çok Allah’ın rızasını talep edeni ve Allah düşmanlarını reddedeniydi.

En. En. En…
Yine İmam Humeyni (r.a.)’e göre; muttakilerin İmamı Ali (a.s.) adil imam unvanını almadan önce de adaletle hükmediyordu. Tüm insanı kemâlatlar onun mukaddes vücudunda cem olmuştur. Selabet, muhabbet, şerafet, adalet, ibadet, ihlâs, özveri, bağışlama, tedbir alma, hikmet, irfan ve benzeri bütün insani erdemliklerin taşıyıcısıydı.
İşte İmam (r.a.)’in dilinde ve inancında Hz. Ali (a.s.) bu idi. Ve bu nedenlerle onu kendisine seçmişti.
Yine ona göre; İmam Ali (a.s.)’in vücudunun ruhi sıfatlarının varlığının her birini araştırmak, tanımak, onları anlamak insanı hayata ümitlendirir. Ayrıca insana aşk, sevinç ve muhabbet verir. Özellikle ahlaki değerlerin kaybolduğu günümüzde…

İMAM HUMEYNİ (R.A):
O, adem (a.s.)in, Nuh (a.s.)’ın put kıran İbrahim Halilullah’ın, İsa Ruhullah (a.s.)’ın ve nebi, Resul ve İmam ve alemlere rahmet olarak gönderilen Ahmet (s.a.a)’ın ve onun mutahhar olan Ehl-i Beyt (a.s)’ın sadık bir izleyicisi, nübüvvet, Risalet ve velayet mektebinin muttaki bir talebesiydi. Terbiyesini, siyasetini, takvasını, cesaretini, ibadetini, ilmini, düşmana karşı kararlılığını, adaletini, mahrumlara karşı tavrını, sabrını bu mektepten öğrenmişti. O, günümüzün Mikdad’ı Ebuzer’i, Selman’ı idi. Mü’min kardeşlerim! Her asırda, Allah’a ve Allah’ın gönderdiklerine iman ettiklerini iddia eden çok kimseler olmuştu. Ancak amel edenler pek azdır. İşte imam (r.a.) bu nadir şahsiyetlerden birisiydi.

İMAM HUMEYNİ’NİN BAKIŞ AÇISINA GÖRE İMAM ALİ (A.S.)’İN SİRESİ (METODU) VE BU SİRE’NİN ONUN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ:

• İslami Ümmetin Vahdeti:
İmam Ali (a.s.), hilafet hakkında buyurduğu meşhur Şıkşıkiye hutbesinde (3), ümmetin vahdeti için sabrını şöyle dile getiriyor:
“Allah’a yemin olsun ki falan kimse, hilafete göre yerinin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi… Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.
Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle ayağımı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bir büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.
Gördüm ki sabretmek akla daha yakın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik….”
İmam Ali (a.s.)’in bu ilahi siyaseti, İmam Humeyni (r.a.)’yi büyük ölçüde etkilemiş olmalı ki, o şöyle diyordu:
İslam ümmetinin vahdeti, Ali (a.s.)’in siyasetinde en önemli husustu. En zor şartlarda en acılı olaylara tahammül ederek İslam ümmetinin vahdetini korumuş ve yeni yeni şekillenip yürümeye başlayan İslam'ı dahili ve harici tehlikelerden korumuş ve Müslümanların büyük bir tefrikaya girmelerini önlemiştir.
İmam Humeyni (r.a.) 18 ağustos 1980 tarihli konuşmasında şöyle haykırıyordu:
“…Eğer İran’la diğer İslam ülkeleri arasında ya da Şii’lerle Sünniler arasında bir çatışma varsa bu hepimizin çıkarına aykırıdır. Tüm Müslümanların çıkarına aykırıdır. Bizi bölmek isteyenler ne Şii’dir ne de Sünni. Bunlar süper güçlerin kuklalarıdır ve onlara uşaklık etmektedirler.
Şiiler ve Sünniler arasında ayrılıklar yaratmaya çalışanlar, İslam düşmanları için çalışmaktadırlar; İslam düşmanlarının yararına, İslam’a karşı tuzak kurmaya çalışmaktadırlar. Düşmanların, Müslümanlara karşı muzaffer olmalarını istemektedirler… Birbirinizle kardeş olunuz ve kardeşçe davranınız. İnşaallah İran’da ve dünyanın diğer taraflarında Şii olsun Sünni olsun tüm kardeşlerimiz birleşecek ve İslam’ın gerçek inancını hayata hâkim kılacaklardır…”
21 Temmuz 1980 tarihli konuşmasında ise;
“Müslümanların bir bölümü Şii bir bölümü de Sünni olmuşlardır. Bir bölümü Hanefi, bir bölümü ahbari olmuş! Esas itibariyle başlangıçta bu konuları gündeme getirmek yanlıştı. İslam için yaşamak, İslam’a hizmet etmek isteyen bir toplumda bu konular gündeme getirilmemelidir. Hepimiz kardeşiz ve beraberiz… Şii Müslümanlar da, Sünni Müslümanlar da kaçınmalıdırlar… Biz her şeyden önce Kur’an ehli ve tevhid ehliyiz…”
İmam (r.a.)’in:
24 Eylül 1979
3 Kasım 1979
24 Aralık 1980
21 Eylül 1981
Ve benzeri konuşmaları, hep ümmetin vahdetini vurgulamaktadır. Ama maalesef gerek Sünnilerden ve gerekse sözde imamın hattında olanlardan bazıları, bu mesajlara kulak tıkadılar, adeta sağır kesildiler. Gözleri görmez oldu. Olup bitenleri görmezden geldiler.
• Mahrumları Himaye Etmek ve Zulümden Kaçınmak:
İmam Humeyni'ye göre İmam Ali (a.s.)’nın sıfatlarından birisi de zulümden kaçınması mahrum ve mazlumları himaye etmesidir.
İmam Ali (a.s.)’ın bu sıfatını en güzel şekilde ortaya koyan şu ayetlerdir;
Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (İnsan 76;8)
“Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.” (İnsan 76;9)
Şüphesiz sizin veliniz, yalnızca Allah Resulü ve namazı hakkıyla yerine getiren ve rükû halinde zekât veren müminlerdir. (Maide 5;55)
İmam Ali (a.s.) namaz halinde iken bile, mahrum ve mazlumları düşünen ve düşündüklerini ameline yansıtandı.
Aç olmasına rağmen yemeğiyle yoksulu, yetimi ve esiri doyuruyor ve karşılığında bir teşekkür bile beklemeden sadece Allah’ın rızasını talep ediyordu.
İmam Humeyni’nin hedefi de mahrumları kurtarmaktı.
31 Temmuz 1987 tarihi uzun konuşmasında şöyle buyuruyordu:
“…Biz tarih boyunca zulme uğrayan mahrumlar ve yoksullarız. Bizim Allah’tan başka kimimiz kimsemiz yoktu. Binlerce parçaya da ayrılsalar bedenimizi, gene zulümle savaşmaktan el çekmeyiz…
Bugün hak ile batıl, fakir ile zengin, istizaf ile istikbar ve yalın ayaklılarla tasasız müreffehler arasında savaş başlamıştır. Ve ben dünyanın her yerinde mücadele yükünü omuzlayan ve Allah yolunda ve Müslümanların mahrumların izzeti için cihada azmeden azizlerimizin el ve pazılarını öperim… Sermayedarlar… Müreffeh (liler değil)…
Bizimle birlikte sonuna kadar gidecek olanlar fakirlik, mahrumiyet ve istizaf derdini tadanlardır…” ve bilin ki Hz. Ali (a.s.) tüm gücüyle zalimlere karşı mücadele etmekle kalmamış, özgürlük içinde savaşmıştır.
“Mahrumlara hizmetten daha üstün bir ibadet olacağını sanmıyorum.”
• Ümmetin Islahı ve İlahi Sınırların İhyası:
Islah konusunda İmam Ali (a.s.) 131. Hutbesinde kısaca şöyle buyuruyor.
“Ey ruhları farklı, kalpleri dağınık, bedenleri burada, eşkâlleri kaybolmuş kimseler!
Ben sizi hakka yöneltiyorum, siz ise aslanın kükremesinden kaçan keçi gibi kaçıyorsunuz. Hayır, sizinle adaletin karanlığını gidermeye hakkın eğriliğini düzeltmeye imkân yok! Allah’ım, şüphesiz Sen bilirsin, bizim burada bulunuşumuz, dünya iktidarına meylimizden, geçici dünya malını isteyişimizden değildir. Fakat biz dinin işaretlerini yeniden dikmek, beldelerini ıslah etmek istiyoruz. Böylece zulme uğrayan kulların güvene kavuşsun, terk edilen ve uygulanmayan hadlerin yeniden ikame olsun…
Şüphesiz… Müslümanlara önderlik edenlerin cimri olması doğru değildir. Çünkü cimri olursa halkın malına göz diker; aynı zamanda cahil de olmamalıdır; aksi takdirde bilgisizliğiyle onları yoldan çıkarır. Zalim de olmamalıdır; zira zalim olursa, zulmüyle onları birbirinden ayırır. Adaletsizlik eden de olmamalıdır; aksi takdirde halkın mal ve servetine yazık eder, bir grubu diğerinden öne geçirir.
Hüküm makamında rüşvet olmamalıdır; zira rüşvete kapılan olursa hakları yok eder, hadleri görmezlikten gelir. Sünneti terk eden de olmamalıdır; aksi takdirde ümmeti helake sürükler.”
İmam Humeyni (r.a.)’e göre:
Islah ilahi bir görevdir. Ve ıslah talebi, nebiler için ulvi bir makamdır. Islah la ilgili Kuran-ı Kerimde birçok ayet vardır. Mesela: 2, 11, 220, 4:16, 146, 6: 5, 11.88, 16:119 ve benzeri ayetler.
İmam Humeyni (r.a.)’e göre;
Islahta asıl hedef; unutulmuş veya unutturulmuş olan İslami hükümleri yeniden ihya etmek ve ilahi emirlere göre amel etmektir.
İmam (r.a.)’in bütün çabası toplumu ıslah etmek ve ilahi hudutları yeniden ihya etmekti.
Ona göre toplumda ıslahatı yapacak kişi veya kişilerin:
• Beğenilmeyen sıfatlarla hem renk olmamaları.
• Özgür düşünmeleri
• Dünyayı talep etmemeleri ve nefsanî isteklerin esiri olmamaları.
• Sırf Allah’ın rızasını talep etmeli ve kendisini İslam’a ve insanlığa adamalıdır.
İmam (r.a.) ıslah konusunda çok şeyler söyledi ve yaptı.
3 Kasım 1979 tarihli konuşmasında; İran’daki hareket yalnızca İran’a ait değildir, çünkü İslam herhangi bir gruba ait değildir. İslam,insanlık için gelmiştir… Ne yazık ki, biz İslam’ı yitirdik, İslami politikadan büsbütün ayırmışlardır. İslam’ın başını kopardılar ve bize gövdesini bıraktılar… Müslümanlar bu minval üzere bulundukları sürece, izzetlerine kavuşamazlar…
İslam, toplumu düzeltmek için vardır. Ve bir kılıç kınından sıyrılmışsa toplumun düzelmesine fırsat bırakmayan bozguncuların ortadan kaldırılması için sıyrılmıştır…”
İmam (r.a.)’ye göre; hükümet etmek temel amaç, ilahi sınırları yaşatmak için vesiledir. Ve siyasette en önemli olan husus onun İslami olmasıdır. Ancak bu takdirde ıslahat yapılabilir.
İlahi siyaset insanı hidayete erdirir, kamalata eriştirir ve ayrıca eğitir de. Bu mukaddes görevi doğru bir şekilde yerine getirdiğiniz takdirde, nebilerin ilahi hedeflerini yapmış olursunuz.
İmam (r.a.) şöyle devam ediyor;
Resulullah (s.a.a.) döneminde siyaset vardı ve onunla hükmediyordu. Hz. Ali (a.s.) döneminde de öyle idi. Zira siyasetsiz ve hükümetsiz bir İslam düşünülemez…
Konuyu özetlemek gerekirse, İmam Ali (a.s.) ve İmam Humeyni (r.a.), dünyayı terk ettiler. Hiç bir zaman saraylı olmadılar ve saraylılarla da olmadılar.
İmam Ali (a.s.) 226. Hutbesinde buyuruyordu ki:
“Dünya, sıkıntılarla örülmüş ve hıyanetle tanınmış bir evdir…”
111. hutbesinde ise;
“…Dünya şehvetler bezenmiştir…”
• Hutbesinde de;
“…Şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence…”
O, dünyayı boşadı ve Müslümanlara 113. Hutbesinde şöyle buyurdu.
“Dünyadan el çekmenizi tavsiye ederim. Orası göçülecek yerdir, konaklanacak değil…”
İmam Humeyni (r.a.)’de dünyayı terk etti ve hiçbir zaman saraylı olmadı.
Muhterem kardeşim! Her iki imamdan son birer mesaj sunarak konuyu toparlamak istiyorum.
İmam Ali (a.s.)’ın Malik El-Eşter’i Mısır’a vali tayin ettiği zaman, onunla gönderdiği 62. Mektubundan bazı pasajları aktarmaya çalışacağım:
Bu mektubunda İmam (a.s.) buyuruyor ki:
“…Allah’a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.a.)’den sonra Arabın bu işi Ehl-i Beyt’ten alıp başkasına bırakacakları, bana engel olacaklarını aklıma bile getirmedim. İnsanların filana biat etmesi beni sıkıntıya düşürdü! İnsanların dinden döndüklerini, halkı Muhammed’in dinini iptal etmeye çağırdıklarını görünceye dek elimi tuttum, sabrettim. Fakat bu olaylar olurken İslam’a yardım etmezsen onda bir gedik açılmasından veya yıkılmasından korktum. Çünkü bu musibet benim için az bir zaman sürecek sonra serap gibi yitecek, bulut gibi dağılıp gidecek olan hilafetten, size emir almaktan daha büyüktü. Hemen işe koyuldu, batıl yok olup gidince, din bütünüyle istikrara kavuşuncaya kadar mücadele ettim.
Allah’a yemin olsun, onların karşısına tek başıma çıksam, onlar da bütün yeryüzünü kaplamış olsalar yine korkmam.
Üzüntü veren şey, bu ümmetin başına sefih, zalim ve facir kimselerin musallat olmaları, Allah’ın malını aralarında dolaştırmaları, kullarını köle yapmaları, Salihlerle savaşmaları, fasıklarını dost ve yardımcı edinmeleridir… çevrenizin kuşatıldığını şehirlerinizin alındığını, ülkelerinize el konulduğunu, belde (leri) nize savaş açıldığını görmüyor musunuz?...
Maddi ve manevi düşmanınızla savaşa çıkın zaaf göstererek yerinizde çakılıp kalmayın, sonra zillete düşersiniz…”
21 Eylül 1981 tarihli konuşmasında şöyle haykırıyor;
“Siz dünya Müslümanları ve zalim yağmacıların baskısı altında bulunan tüm mustaz’aflar!
Ayağa kalkın, birlik ve beraberlik ellerinizi birbirinize uzatarak İslam’ı ve kendi kaderlerinizi savunun! Zorbaların yaygarasından korkmayın, zira Allah’ın izniyle içinde bulunduğumuz yüzyıl, mustaz’afların müstekbirlere ve hakkın batıla karşı zafere ulaşacağı yüzyıl olacaktır…”
Artık ülkelerinize döneceksiniz.
• Önce kendinizi ıslah edin,
• Vahdeti oluşturun,
• Tefrikadan sakının,
• Adaletli olun ve vaadinizde durun,
• Nübüvvet zincirinin ilk ve son halkası olan Ehl – i Beyt (a.s.)’ı öğrenin ve onlara süs olun,
• Aziz ve mazlum rehberinizi yalnız bırakmayın işte o zaman Allah Tebareke ve Teâlâ vaadini yerine getirecek,
Şöyle müjdeleyecek yemin olsun;
Biz zikirden sonra Zebur’da: “Şüphesiz arz’a salih kulların varisçi olacaktır diye yazdı.” (Enbiya 21;105)
İşte o zaman bütün dünyada ilahi adalet hükümran olacak, zulüm bitecek, sömürü son bulacak, mazlumlar kalmayacak ve ilahi sistem bütünüyle hakim olacaktır.
Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu
Muhammed ve Ali Muhammed salavat...

Araştırmacı-Yazar
AHMET MUHTAR
Source : Islamtimes
Comment